6 Mart 2013 Çarşamba

GİZEMLİ VE GÜZEL GAP


1 gün: sabah 06.15 uçağı ile Adana havaalanına varıyoruz. Uçağın iniş anında sağ kulağımdan boynuma kadar ağrı ve kasılma hatta işitme kaybı hissediyorum. Sıkıntılı bir yolculuktan sonra Adana’ya iniyoruz. Anadolu’daki birçok havaalanı gibi bu havaalanı da küçük. Dışarıda buluşuyoruz ve bizi bekleyen otobüsümüze binip gezimize başlıyoruz. 17 18 nolu koltuklarda başlayan yolculuğumuz günler içinde farklı numaralara taşınacaktı.
İlk durağımız Sabancı merkez camii. Tarihi bir camii değil benimle yaşıt, fakat ihtişamlı. Camii 6 minareli olup Türkiye'nin ve Ortadoğu’nun en büyük camisi. Tek bir karede fotoğraf çekmekte zorlanıyorum. Sonra yine bir camiyi geziyoruz. Ulu camii, 16.y.y.dan dan kalma olup sabancı camii açılana kadar şehrin en büyük camisiymiş. Yine yakın yerde Ramazanoğlu konağı, saat kulesi ve şair devlet adamı 19 y.y da Adana valiliği de yapan Ziya paşanın kabrini de gördükten sonra Seyhan nehrinin kıyısına gidiyoruz ve Taşköprü ile fotoğraf çektiriyoruz. Özellikle sabancı camiinin gölgesi ve nehrin rengi güzel bir ahenk oluşturuyor. Köprü üstünden yürüyerek geçmeyi istiyoruz fakat zaman kısıtından ötürü mümkün olmuyor. Karşıda ise Hilton gayet eğreti görünüyor. Otobüslere binip 2.durağımız olan Antakya’ya doğru yola koyuluyoruz.
Dörtyol-Hassa-Belen geçidi-İskenderun-Serinyol üzerinden Hatay’a varıyoruz. Yolun üzerinde araçlardan inip Amik ovasında fotoğraf çektiriyoruz. Bereketli topraklara metrelerce yukarıdan bakıyoruz. Yemek için Harbiye'ye geçiyoruz. Hatay'ın en yeşil bölgesi burası galiba, şelaleler mevcut. Yemeği harbiye Boğaziçi otelde alıyoruz. Kahvaltı etmediğim için yağlı yemekleri yemekte zorlanıyorum. Ana yemek olarak oruk kebabı var tatlı ise tabii ki künefe. Mezelerden ise humusu beğeniyorum. Tek şikâyetimiz o gün galiba bir derneğin kadınlar gününe denk geldi, inanılmaz bir müzik gürültüsü içinde yemeklerimiz yedik. Yemekten sonra şelaleleri geziyoruz ve tekrar araca binip Hatay arkeoloji müzesine gezmeye gidiyoruz. Müze, Antep'te bulunan Zeugma mozaik müzesinden sonra ikinci en büyük müze. Çok sayıda mozaik görülebileceği gibi lahit ve heykellerde görülebilir. Daha sonra St. Pierre Kilisesine çıkıyoruz. Yüksekte kalan bu Kilise Anadolu’ya gelen Hıristiyanların dini törenlerini yaptığı ve buluştuğu yer. Kilisede dağlara kaçan tüneller de var. St. Pierre Kilisesi, kendilerini ilk kez “Hıristiyan” olarak adlandıran insanların dinsel yaşamına tanıklık etmiş, Hıristiyanlık dininin, özellikle Aziz Petrus’un ilk Papa olarak kabul edilmesinden dolayı Katolik inancının Dünya’ya yayılmasında bir merkez konumunu kazanmıştır.[1] İçerisi ne kadar ferahsa dışarısı da o kadar sıcak. Nedense hatayı gezerken kendimi pek rahat hissetmiyorum. Sanki beklediğim Hatay bu değildi. Basık, gri renkte akan bir asi nehri, içindeki molozlarla ben de pekiyi izlenimler bırakmadı. Ya da yol yorgunluğunun verdiği hissiyattan ötürü kendimi iyi hissetmiyordum. Üstelik yemeği de fazla kaçırdım

Biraz yolculuktan sonra eski Antakya evlerinin aralarından geçerek Habibi Neccar camiye varıyoruz. Rehberimiz şöyle bir kıssa anlatıyor bizlere. Kıssaya göre, M.S. 40’lı yıllarda (İsa), havarilerinden Yuhanna ve Pavlus Antakya’ya gönderir. Bu iki elçi Antakya'ya girerken koyunlarını otlatan marangoz Habib-i Neccar ile karşılaşır (neccar, marangoz demektir). Neccar, yatalak oğlunun elçiler tarafından iyileştirilmesi üzerine İsa'nın getirdiği dine iman eder. Ancak Antakyalılar elçileri hoş karşılamaz ve onları hapse atarlar. İsa, bunun üzerine Barnabas’ı şehre üçüncü elçi olarak gönderir. Elçilerin tüm çabalarına rağmen halk İsa’nın dinine inanmaz ve onları öldürmeyi planlar. Bunu öğrenen Habib-i Neccar, şehre giderek Antakyalılara "Sizden hiçbir ücret talep etmeden Hakk dinini anlatan bu elçilerin söylediklerine uyun" diye seslenir. İsa'nın elçileri de, Habib-i Neccar da işkence altında öldürülürler.  Camiinin içinde Hz.İsa’nın havarilerinin mezarları da var.
Antakya’daki gezimizi bitirip Kırıkhan-İslâhiye ve Nurdağı üzerinden Gaziantep’teki otelimize varıyoruz. Oteli beğeniyorum fakat Gaziantep üniversitesinin mezuniyet gecesine denk geldiğimiz için müzik sesinden rahatsız oluyoruz. Hatta odamızı değiştirmeyi bile teklif ediyorlar. Daha sonra ne zaman müziğin biteceğini öğreniyoruz ve uyuyakalıyoruz
2.gün
Sabah 06’ta kalkıp 1 saat içinde hazırlanıp 7 de otobüste olmak zorundayız. Kahvaltıyı alıyoruz ve yola koyuluyoruz. Birecik’e varıyoruz. Birecik, Urfa’ya bağlı bir ilçe. Kelaynak kuşları yetiştirme ve koruma alanını ziyaret ediyoruz. Bir nevi kelaynak üretim istasyonu burası.  Bu kuşlar nesli tükenmekte olduklarından ötürü korunuyorlar. Aynı zamanda bu kuşlar eşleri öldükten sonra bir daha çiftleşmiyorlarmış.
Buradan sonra Halfeti’ye yola koyuluyoruz. Ufak molalar verip bir yanda zeytin ağaçları bir yanda fıstık ağaçlarının yanında fotoğraf çektiriyoruz. Halfeti görünüyor önce nehir manzaralı fotoğraf çektirdikten sonra kıyıya iniyoruz ve tekne turuna başlıyoruz. Fırat nehri üzerindeki güneyden kuzeye 4.baraj olan Birecik barajının yapılmasıyla sular altında kalan Halfeti yakın zamanda yavaş şehir[2] unvanını almak için başvuruda bulundu. Rum kale, tarihi mağara evleri ve sular altındaki savaşan köyünü gezdikten sonra yaklaşık 1 saat süren tekne turunun sonlandırıyoruz. Nehirdeki bazı pislikler dikkatimi çekiyor. Zaman zaman suyun yükselmesiyle birlikte atıklar suyun üstüne çıkıyorlarmış. Nehir üzerinde su sporları ve patikalarda atv ile geziler yapılabiliyor. Daha sonraki durağımız Türkiye’nin en büyük barajı olan Atatürk barajı. Seyir terasından muhteşem baraj gövdesini görebiliyoruz. Aynı zamanda bu barajın yapımında hayatını kaybeden işçiler için dikilmiş anıt heykellerde seyir terasında gözümüze çarpıyor. Daha sonraki yolculuğumuz Adıyaman’a doğru. Öğlen yemeğini yiyoruz ve otelimize geçip eşyalarımız bırakıyoruz ardından nemrut dağına doğru yola çıkıyoruz. Karakuş tümülüsü, Cendere köprüsü ve en son Nemrut milli parkına varıyoruz. Bu arada otelin önünde güneşli başladığımız yolculumuz dağın yamacına geldiğimizde dolu şeklinde devam ediyor. Cendere köprüsüne bir parantez açmak gerekirse 1800 yıllık olan bu köprü Roma imparatoru Septimus Severus tarafından yaptırılmış hala daha ayakta durabilmektedir. Çay üzerindeki karayollarının yaptığı köprü ise her 5 10 yılda bir yıkılmaktadır. Yağmurluğumu giyiyorum ve zorlu geçecek gibi görünen tırmanışıma başlıyorum. Yağmur giderek şiddetini arttırdı ve dolu şeklinde yağdığı için yüzümü koruyarak yürümeye çalışıyorum fakat ellerim dolu tanelerinden ötürü acıyor. Resmen taşlanıyorum hissi var. Hava iyice kapıyor fırtına ve sis de buna eklenince iyice çaresiz hissediyorum kendimi fakat emin değilim ne kadar kaldı zirveye. Neyse ki zirveye çıkıyoruz rehberimiz aynen bana şöyle söylüyor. Hepsi kartpostallarda var anlatacağım hepsini diyordu. İnişte aynı zorlukta oluyor, bir türlü rehberi bulamıyorum. Pantolonum ayakkabım her yerim su içinde, dolu taneleri canımı yakıyor. Neyse bitmek bilmeyen dakikalardan sonra kulübeye varıp ellerimizi ısıtmaya çalışıyorum. Bir poşu alıyorum daha sonra o poşuyu araçta belime saracağım çünkü pantolonumu çıkarmak zorunda kalmıştım.. Artık otele gitmek istiyorum. Kendimi çok rahatsız hissediyorum. Başım ağrıyor, kulaklarımdaki ağrı şiddetini artırdı. Sıkıntılı bir yolcuktan sonra otele geliyoruz ve yemekten sonra hemen uyuyorum.

3.gün

06’da kalkıyoruz yine. Bugünkü planımız önce Diyarbakır’ı gezip sonrasında Batman Hasankeyf ve Midyat üzerinden Mardin’deki otelimize varmak. Siverek üzerinden Diyarbakır'a varıyoruz. Şehrin girişinde çirkin binalar görüyorum. Şehrin sembolü ise surlar üzerine yerleştirilmiş karpuz. Surlardan gezmeye başlıyoruz. Diyarbakır kale surları gerçekten büyük ve etkileyici görünüyor. Cahit Sıtkı Tarancı evini ve Ahmed Arif müze evini de geziyoruz. Özellikle Tarancı’nın evi eski Diyarbakır evlerine güzel bir örnek. Ulu cami eskiden kiliseymiş. İslam aleminde 5.Haremi Serif olarak kabul edilir ve avlusunda güneş saati bulunur. Mimarisi de gayet etkileyiciydi. Daha sonra dört ayaklı minare ve Keldani Kadim kilisesini geziyoruz. Sokaklar gayet dar ayrıca Diyarbakır gezimizde yanlış anlamadıysam iki tane telsizli sivil polis eşliğinde geziyoruz. Dar sokaklardan geçip han'ı da gördükten sonra Mar Petyun kilisesini geziyoruz Yemek molamızı da kaburgacı selim usta’da geçiriyoruz. Kaburgalı pilav ve mumbar deniyorum. Pek haz etmiyorum yarısını yiyebiliyorum anca. Otobüse binip Batman’a yola koyulduk. Batman şehir merkezini ise gayet gelişmiş buldum. Sanırsam ki petrol rafinerisinin varlığının buraya zenginlik kattığı açıkça görülüyor. İşlek bir cadde sağlı sollu markalar hepsi bu cadde üzerinde dizilmiş.
Sonunda Hasankeyf. Yıllardır gitmek istediğim yerdeyim. Hava biraz bulutlu asker yeşili renkli Dicle kıvrıla kıvrıla akıyor. Otobüsten indiğimiz gibi etrafımız çocuklar sarıyor. Hepsi enerjik bizimle konuşmaya çalışıyorlar, fotoğrafımızı çekme teklifi sunuyorlar. Bize yardım etmek için çırpınıyorlar amiyane tabiriyle. İki tanesine söz veriyoruz ve biz otobüsle karşıya geçerken onlarda koşarak köprüden geçiyorlar ve bizi bekliyorlar. Gösterdikleri sıcaklığı geri çevirecek bir yapıya sahip olmadığımızdan yerli rehberlerimizle geziyoruz, kaleye tırmanıyoruz. Manzara muhteşem, bize verilen 1 saat burada yetmiyor güneşi burada batırmak gerek. Çocuklarla muhabbet ediyoruz. Sorunlarını ve şikayetlerini samimi bir şekilde bizimle paylaşıyorlar. O kadar sakin ki ruhum duygularım da karmaşık, hiç ayrılmak istemiyorum buradan bir yandan da burayı görmüş olmamın, amacımı başarmamı gururunu taşıyorum.
Kısa bir yolculuktan sonra Midyat. Telkari ve ev yapımı şarapları alıyoruz. Süryaniler çok eski bir topluluk olmakla birlikte şu anda Mardin'de yaklaşık 3 bin Süryani yaşamakta.[3]. Akşam Mardin'de Grand Yay otelde konaklıyoruz
4.gün
Müze kent Mardin. Dar sokakların yürüyoruz Latifiye Camii, ulu camii, mor behram kilisesi, kasımiye medresesi ve deyrul zafaran manastırını geziyoruz. Eski Mardin büyüleyici mimarisi ve güzelliği ile etkiliyor. Sokaklarında çöpleri eşekler topluyor. Biz gezerken tadilat vardı. Sebebini öğrendiğimizde elektrik tellerini yerin altından geçirmeye çalışmaları olduğunu ögrendik. Sanırsam 10 yıl içerinizde eski Mardin şahane bir yer olacak. Deyrul zafaran manastırı ve en son Mardin müzesini geziyoruz. 
Rotamızı Urfaya çeviriyoruz.  Halil-ür Rahman ve Rızvaniye camileri, Balıklı göl, Hz. İbrahim makamını geziyoruz. Bu esnada genç gönüllü rehberimiz Nizamettin bize rehberlik ediyor. isot alıyoruz. İsot satışı yapan beyfendi çok tuhaf adamdı. Bize televizyona çıktığı videoları izletti. Reklam, sunum işini gayet iyi yapıyordu. Kartvizitini aldım neyse ki hatırlayabileceğim. Akşam hiltonda konaklama. Otelde Uğur Polat'a rastlıyoruz. Gece sıra gecesine katılacağız. Şanlı Urfa evlerinin özelliklerini taşıyan bir konağa geçip eğlenceye başlıyoruz. Kına gecesi mizanseni, çiğ köfte yapımı gayet eğlenceli anlar geçiriyoruz. Çiğ köfteye ağzımı süremiyorum. Onlar için normal acı olan zıkkımı ağzıma sürmem mümkün değil. Otele dönerken rehberimiz bize bir güzellik daha yapıp balıklı göle gidiyoruz ve gece haliyle de görme şansımız oluyor. Balıklı göl Urfalılar için sosyalleşme, hava alma sakinleşme ve serinleme yeri. Ağaçların gölgesinde gecenin geç saatlerine kadar insanlar gezebiliyor
.
5.gün
Sabah muhteşem bir kahvaltıdan sonra yolculuğumuza başlıyoruz. İpek yolu üzerindeki Mezopotamya kültüründe önemli yere sahip Harran ilçesine vardık. Çok sıcak, bir çöl gibi göz açamıyoruz. Uçsuz bucaksız sapsarı ova ve güneş altında kavruluyoruz. Gözlüksüz etrafa bakabilmek çok zor. İlçenin ortasındaki 22 metre uzunluğundaki Harran Höyüğü dikkat çekiyor. Emevi halifesi Mervan tarafından yaptırılan kubbesi ahşap olan Cennet Camii ve avlusunda yer alan Anadolu’da kurulan ilk İslam medresesi özelliğini taşıyan Harran üniversitesini, kaleyi, surları ve konik kubbeli evleri geziyoruz. Esasen pek bir şey geriye kalmamış. Konik kubbeli evlerin özelliği yazın serin kışın sıcak.  Gümüş bardaklarda soğuk,  lezzetli bir ayran içiyorum. Rahatlıyorum.
Gaziantep’e namı diğer Güneydoğunun gerçek anlamdaki Paris’ine. Antep'in yemekleri ise Türkiye çapında ün yaptığından şahane bir yemek yiyoruz. En güzel lahmacunlar, baklavalar, ali nazik kebapları, yuvalama çorbası ve kiremitte dondurmalı baklavası. Yemek kültürü müthiş. İmkanım olsa tüm parayı baklavalara, kapalı çarşıda fıstıklara ve kebaplara harcayacağı geliyor. Gerçi yediğim ali nazik kebabı benimle 1 gün boyunca nereye gidersem geldi.
Zeugma müzesindeyiz. Antik kent Zeugma’dan çıkartılan mozaiklerin ve diğer eserlerin sergilendiği Müzeyi geziyoruz. Gerçekten tasarımı ve ferahlığı ile çok başarılı buldum. Özellikle mozaiklerin muhafaza ve sunum şekli başarılıydı. [4] Ben Çingene kızı Gaia’ya aşık oldum. Özelliği siz nereden bakarsanız bakın onun gözleri hep sizin üzerinizde oluyormuş.  Onun için müzede karanlık bir oda ayırmışlar ve baş başa kalıyorsunuz Gaia ile böylece gözlerinden kaçamadığınızı hissediyorsunuz. Gerçekten etkileyici.
Daha sonra Gaziantep Kalesine gidiyoruz fakat kale tadilatta olduğu için yukarı çıkamıyoruz, ama kale içindeki Fransızlara karşı verilen bağımsızlık mücadelesinin ve kurtuluş savaşına dair detayları içeren müzeyi gezebilirisiniz.
Yakın çevrede Cam eserleri müzesi, çarşılar ve sedef atölyelerini, nasıl yapıldığını görebileceğimiz yerlere gittik. Akşam ise Kahramanmaraş’a gidiyoruz çünkü bu gece orada konaklayacağız.
6.gün
Maraş’ta kasvetli bir hava. Sabah bakırcılar çarşısını geziyoruz. İl merkezi küçük bir yer gibi geldi. Maraş’a dair hatırlayacağım en güzel şey şu anda mado pastanesinin kökeni olan Yaşar usta pastanesinde yediğimiz dondurmaydı.  Fazla zaman harcamadan, Pınarbaşı üzerinden Kayseri’ye yola koyuluyoruz. Kayseri kalesi, saat kulesi, Honat Hatun külliyesi, Döner kümbet ve Mimar Sinan’ın heykelini görüyoruz. Orta Anadolu şehirlerindeki Selçuklu etkisini Kayseri’de de yoğun bir şekilde görüyoruz. Gevher Nesibe hatun tıp okulunu da ziyaret ettikten sonra Kapadokya’ya yola koyuluyoruz. Akşam Türk gecesi etkinliğine katılacağız bu yüzden biraz dinleniyoruz.
Türk gecesi daha çok turistlere hatta Uzakdoğulu turistlere hitap eden bir etkinlik. Çeşitli halk oyunları, semazen gösterisi en sonunda da dansöz eşliğinde insanlar yemeklerini yerken eğlenebiliyorlar. Ortam biraz soğuk olmakla birlikte çok otantik. Bunu sebebi de yöreye has yerleşim yerlerinden birinde yapılması. Mağaranın büyüğü şeklinde.
7.gün
Son günümüz ve Kapadokya’nın her yerini gezmeye niyetliyiz. Göreme açık hava müzesindeki kaya Kiliseleri, in kadar ibadet yerleri, rahipler manastırı, basil kilisesi, Barbara Şapeli, Yılanlı Kilise, Çarıklı kiliseyi geziyoruz. Göreme açık hava müzesi şahane. Eşi benzeri görülmemiş güzellikler mevcut ve doğanın gücüne insan inanıyor. Daha sonra Çavuşin köyüne geçiyoruz, şarap mahzenleri, halı yapım tezgâhları ve onyx atölyesini görüyoruz. Burası volkanik hareketlere maruz kaldığından toprak çok bereketli ve doğa insanlara birçok nimet sunuyor. Yemeği Sarıkaya restarantda yiyoruz. Pastırmalı kuru fasulye ve çömlek kebabı gayet lezzetli. Bu restaurant'da tıpkı Türk gecesinin yapıldığı yer gibi mimariye sahip. Daha sonra Ürgüp’e geçiyoruz ve Kapadokya şarabını tatma fırsatını yakalıyoruz. Bu vadi benim şu ana kadar gezip gördüğüm yerler arasında en eşsizi ve etkileyicisiydi. Masallar diyarından dedikleri gerçekti.
Akşam Kayseri'de bir şeyler atıştırıp 21.50 uçağının aktarma yapmasından ötürü 1 buçuk saat gecikmeyle İstanbul’a dönüyoruz.  Çok yorgunum fakat hayalimdeki yerleri sevdiğim insanla gezmenin verdiği gurur ve mutluluğu doyasıya yaşıyorum.




[1] http://kvmgm.turizm.gov.tr/TR,44421/hatay-st-pierre-kilisesi-hatay.html
[4] http://www.zeugmaweb.com/




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder