10 Ekim 2013 Perşembe

-YAVRU VATAN  KIBRIS-

Girme Liman
Ocak ayında askerde döndüğümden bu yana iş arama sürecim aylar sürerken. Yazın yaklaşması ve iş bulursum da ilk yıl iznim de olmayacak korkusuyla bir şeyler yapma isteği içimde uyandı. Nereye gidebilirdik sorusuna yanıt ararken Kıbrıs’da öğrencilik hayatına devam eden arkadaşımı ziyaret etmek aynı zamanda bir tatil ile yavru vatan Kıbrıs'ı görmek güzel olabilir diye düşündüm. Pegasus ile biletlerimiz 190 TL ye alıp seyahat gününün beklemeye başladım.
1.Gün: (29 Mayıs Çarşamba )



Kısa bir yolculuktan sonra Ercan havaalanına iniyoruz. .Havaalanı Lefkoşa’da, küçükçe. Burnuma çiçek kokuları geliyor ve iner inmez adada olduğunuzu hissediyorsunuz havanın nemliliğinden. Taksi ücretlerinin pahalı olduğunu okumuştum bu yüzden KIBHAS ile uygun fiyata gideceğimiz yere varıyoruz. Şanslıyız ki arkadaşım Lefkoşa'da ikamet ediyor ve havaalanına yakın bir konumda.

2.Gün
Bugünkü plan evde kahvaltıyla başlayıp öğleden sonra Lefkoşa merkeze inip biraz yürüyüş bir şeyler içmek ve gezmek.

Minübüsle merkeze iniyoruz hava sıcak yolumuzun üstünde olan Barbarlık Müzesini gezme şansını yakalıyoruz. Müze 17.00 ye kadar açık ucu ucuna yetişiyoruz.

Tüylerim ürperiyor müzeyi gezdikçe ve insanların ne kadar zalim olabileceğini ve vahşileşebileceğini gördükçe üzülüp sessizleşiyorum. Müze esasen bir ev. Tarihine bakarsak 24 Aralık 1963 yılında Kıbrıs Türk kuvvetleri alay doktoru olan Binbaşı DR. Nihat ilhan’ın eşi ve 3 çocuğu banyoda makineli tüfeklerle katledilmesini yine tuvalette katledilen başka bir kadın görüyorum. Banyo ve tuvaletin orijinal yapısı korunmuş, duvarda kurşun deliklerini görüyorum. Ev toplam 7 odadan oluşuyor ve diğer odalarda da 1963-64 yıllarında Türk köylerinde katledilen vatandaşlar gösteriliyor. Müzenin dışında da heykel ve anıtlar görülüyor.
Barbarlık Müzesi


Hava çok sıcak olduğu için Cadının evi adlı mekânda biraz zaman geçirelim diyoruz. Oyun oynarken telefonum çalıyor ve iş teklifi alıyorum. Teklif beni mutlu ediyor. Keyfimiz yerine geliyor.
Lefkoşa’da yürümeye başlıyoruz. Lefkoşa'da gezilecek görülecek çok yer olmakla birlikte bende en fazla iz bırakan yerleri sıralarsam:

Girne Kapısı: Eski Lefkoşa şehrini çevreleyen Venedik surlarının üzerinde bulunan 3 kapıdan birisidir. Kentin giriş çıkış kapısıdır. Kapının kuzey cephesindeki kitabede kur-anı kerimden ayetler bulunmaktadır. Güney cephesinde ise 1820-21 yılında tarihlenen mermer levha üzerine yapılmış II. Sultan Mahmut’un tuğrası vardır.
Selimiye Camii (ST. Sophia Katedrali ): Katedral Kıbrıs’ta gördüğüm en büyük ve görkemli yapılardandı. Gotik mimari stilindeki bu yapı Lüzinyan krallarını taç giyme törenlerine ev sahipliği yapmıştır. Fransız mimar ve ustaları tarafından inşa edilen katedral Orta Çağ Fransız mimarisinin en güzel örneklerindendir.
Daha sonra Osmanlı fethiyle birlikte 1570 tarihinde camii olarak kullanılmaya başlanmıştır Yine hemen karşısında yer alan ST. Nicholas kilisesini ve bedestenini gezdik.
Venedik sütünü, Büyük han, derviş paşa konağı ve tabii ki sınır.

Lefkoşa Kıbrısın başkenti ve öteki taraf Rum kesimine dâhil. Türk vatandaşları hiçbir şekilde o kapıdan Rum tarafına geçemiyorlar. Ancak Avrupa'ya gitmeli oradan sonra Rum kesimindeki bir havaalanına inip ziyaret edebilir. Kıbrıslı Türkler ise Rum kesimine Lefkoşadaki kapıdan geçebilirler. Sınırda epey bir muhabbet yaptık görevliyle. Kendisi denizli doğumlu Kıbrıslı ve karşı tarafa geçemediğini belirti ve sıkıntıları konuştuk.
Kilise ve bedesten bölgesindeki Mardin mimarisine benzettiğim ara sokaklarda dolaşıp hediyelik eşyalar aldıktan sonra nereden araba kiralayabileceğimizi sorduk.
Kıbrıs’da araç kiralama konusunda bilgi vermek yerinde olur. Toplu ulaşım çok zayıf. Mutlaka araç kiralamak gerekiyor. Günlüğü 75 TL'ye güzel araba kiralanabilir. Direksiyonun sağda trafiğin soldan akması asla göz korkutmamalı. Kısa bir sürede alışıyor insan, benim çok deneyimimim olmamasına rağmen hiç zorlanmadık. Sürekli bir dikkat gerekiyor tabii üstelik şehir içinde kullanmak daha kolay. Kavşaklarda aynı şekilde mutlaka soldan gitmeli en çok zorlanılan yer orası oluyor çünkü. Araba kullanırken şunu hep hatırlatın kendinize soldan soldan ve ben yolun ortasında olmalıyım.
Akşam cadının evinde dinlenip bir şeyler içiyoruz.

3.Gün

Araba kiralamak için daha önceden tavsiye aldığımız kiralama şirketine gitmek için. Lefkoşa merkeze gidiyoruz. Arabayı aldık. Hyundai i 20. tekrardan eve gelip eşyaları alıp Girne yoluna koyuluyoruz. İlk durağımız deniz seviyesinden 732 metre yükseklikteki tepeye inşa edilen ST. Hilarion kalesi. Şahane bir Girne manzarası bu tepeye kışın belli zamanlarda kar yağdığı da oluyormuş. Daha sonra Girne limana gidip kaleyi geziyoruz. Zindanlar ve Girne batık gemisinin yanı sıra kalede görülebilecek birçok yer var.  Girne’nin ara arka sokaklarını kesiyoruz. Bir Akdeniz şehrinden çok Ege şehirlerini andırıyor bana. Kaledeki turist information önerisi üzerine Bellepais gitmek için yola koyuldukça erken bir saatte kapandığından acele etmemiz gerekiyordu.

Belle Pais
Bellepais manastırı Beşparmak dağlarının kuzey yamacına kuruluş. Fransızca’da “barış manastırı” anlamına gelen yapı Gotik Mimarı özellikleri taşır. Mutlaka görülmesi gerekiyor.

Gezdik dolaştık şimdi sıra denize girmeye geldi. Lapta’ya gidiyoruz kervan saray beach’den önündeki plajdan gireceğiz ama deniz güzel görünmüyor. Girmeden arabaya geri dönüp yol üzerindeki Lemar’dan alışverişlerimiz yapıyoruz

4.Gün

Bugün yine güzel güneşli bir gün. Gazimağusa diğer adıyla Famagusta’yı keşfedeceğiz. Yol üzerinde Salamis Harabeleri olduğunu öğrendik ve biraz yoldan saparak oraya gittik. Adı üstünde harabe olan bu antik kent bir yerleşim alanı. Geri pek bir şey kalmamış Türkiye’deki antik kentlere çok benziyor. Her yer Taş ve çok sıcak. Ama İ:Ö insanların burada yaşadığını duymak bilmek ve o insanların denizin hemen yanına bu kenti kurmalarını düşünmek bunun üstüne konuşmak gerekiyor.

Rotamızı Mağusa kentine çeviriyoruz. Arabayı park edip biraz yürüyünce müthiş bir yapı görüyoruz. Lüzinyanlar döneminde, 1298 - 1312 yılları arasında inşa edilen yapı, tüm Akdeniz dünyasının en güzel Gotik yapılarındandır. Her kilise gibi Osmanlının eline geçen topraklarda artık camii olarak işlev göstermeye başlamıştır. Önündeki cümbez ağacıda yaklaşık olarak 705 yıllıktır. Gazimağusanın merkezini bu yapı oluşturuyor diyebiliriz. Daha sonra Othello kalesine geçiyoruz. Othello Kulesi 14.yy'da Luzinyanlar tarafından olası bir düşman saldırısına karşı limanı korumak için inşa edilmiştir. Yapıldığı ilk dönemlerde etrafı derin çukurlarla çevriliydi. Saldırıya geçen düşmanlar özellikle derin hendekleri geçemedikleri için uzun zaman geçilmez kale olarak adlandırılmıştır. Aynı zamanda Shakespeare'nin Othello eserinin başkahramanının adından aldığı da rivayet edilir.

Famagusta sanki bir güneydoğu kenti gibi. Mimari de kullanılan sarı renk ve taş evler bana Mardin’i hatırlatıyor.

Yine günün öğleden sonrasın da glapside beach de dinleniyoruz. Deniz çeşme altınkuma çok benzer. Şahane. Su içindeki tırmanma duvarına tırmandık.

Akşam eve dönüp hazırlandık ve bir de Girne'yi akşam görmeye gittik. Bir kumarhaneye girip belki akşam yemeğine orda yeriz bir iki oyun oynarız diye ama umduğumuz gibi olmadı. Kumarhane tam bir yetişkin oyun salonu. Fazla sayıda nasıl çalıştırdığını bilmediğim oyun masası ve konsolu vardı. Kumar oynamadan çıkıyoruz.

Liman akşam hareketli ve güzel. Yemek için bir yere gidiyoruz. Kıbrıs’ın meşhur şeftali kebabını tadıyorum ama beğenmiyorum. Çok ağır ve çiğ gibi… Kıbrıslılar balıktan ziyade et yemeklerini tercih ediyor. Hellim peynirinin kızartmasını burada da tadıyorum.

Gece Lefkoşa’ya dönüp yarınki yolculuğumuza hazırlanıyoruz.



5.Gün
Altınkum
Bu Pazar gününde adanın en bakir bölgesine Karpaz bölgesine gitmeye yola koyuluyoruz. Erken çıkma niyetindeyiz keza yaklaşık olarak 3 saatlik bir mesafede olduğunu duyduk.

İskele semtinde durup deniz kenarında kahvaltımızı yapıyoruz. Sonra yine yola koyuluyoruz. Yollar gittikçe ıssızlaşıyor. Uzunca bir süre denizi göremedikten sonra artık adanın en ucuna yaklaştığımızı fark ediyoruz. Yenierenköy semtinde turist bilgi ofisini görüp duraklayıp nerede olduğumuzu çevrede neler yapabileceğimizi soruyoruz. Bilgi ofisinde çalışan beyefendi çok kibar ve çok yardımcı oluyor. Kendisi, Kıbrısın Türkiyesiz hiçbir gücü olmadığını kendisinin Rum zulmünden ve katliamlarından zarar gördüğünü bizimle paylaşıyor.

Bir saat kadar daha gittikten sonra dipkarpaza milli parkına geliyoruz. Milli park biraz tepede kalıyor ve giriş kapısının önünde harika bir manzara bizi bekliyor. Arabayı kenara çekip “altınkumsal”ın kıvrımlarını seyre dalıyoruz.

Milli parkın içinde Kıbrısın simgelerinden meşhur Kıbrıs Eşekleri bizleri karşılıyor. Yabani eşekler arabaya çok yaklaşıyor hatta camı bile yalayan eşekler var. Apostolos Andreas Manastırı denize nazır yapısıyla halen daha ibadethane olarak kullanılabiliyor. Apostolos Andreas, mucizeler yaratan, rüzgârların hâkimi, yolcuların koruyucusu ve Hz. İsa tarafından papazlığa ilk çağırılan kişilerden biri olması özellikleriyle Hıristiyanlık dünyası için önemli azizlerden birisi. Ben biraz bakımsız buluyorum Manastırı.

Eğer biraz daha azim edip toprak yoldan devam etmeyi göze alırsanız adanın en ucuna o fotoğraflardan görülen en sivri ucuna Zafer Burnuna gidebilirsiniz. Biz göze alıp buradan dönüş olmaz diyerek en uca kadar gidiyoruz. Gerçekten etkileyici. Açık havada Karşı da Türkiye görülebildiğini iddia ediyor orada güvenliği sağlayan jandarmalar.

Dönüş yoluna geçiyoruz. Zevkli bir yolculuktan sonra eve varıyoruz.

Ertesi gün önce arabayla arkadaşımızı okuluna bıraktıktan sonra havaalanına gidiyoruz ve arabayı teslim edip İstanbul’a dönüyoruz. Dönüşte güzel ve güneşli İstanbul'a inip direniş hazırlıklarına başlıyoruz. Ama öncesinden iş için gerekli olan evrakları toplamam gerekiyor. Uçak yolculuğunda biraz uyuyorum o uyku hali tüm gün benimle devam ediyor.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder