-YAVRU VATAN KIBRIS-
Girme Liman |
1.Gün: (29
Mayıs Çarşamba )
Kısa bir yolculuktan sonra Ercan havaalanına iniyoruz.
.Havaalanı Lefkoşa’da, küçükçe. Burnuma çiçek kokuları geliyor ve iner inmez
adada olduğunuzu hissediyorsunuz havanın nemliliğinden. Taksi ücretlerinin
pahalı olduğunu okumuştum bu yüzden KIBHAS ile uygun fiyata gideceğimiz yere
varıyoruz. Şanslıyız ki arkadaşım Lefkoşa'da ikamet ediyor ve havaalanına yakın
bir konumda.
2.Gün
Bugünkü plan
evde kahvaltıyla başlayıp öğleden sonra Lefkoşa merkeze inip biraz yürüyüş bir
şeyler içmek ve gezmek.
Tüylerim
ürperiyor müzeyi gezdikçe ve insanların ne kadar zalim olabileceğini ve
vahşileşebileceğini gördükçe üzülüp sessizleşiyorum. Müze esasen bir ev.
Tarihine bakarsak 24 Aralık 1963 yılında Kıbrıs Türk kuvvetleri alay doktoru olan
Binbaşı DR. Nihat ilhan’ın eşi ve 3 çocuğu banyoda makineli tüfeklerle
katledilmesini yine tuvalette katledilen başka bir kadın görüyorum. Banyo ve
tuvaletin orijinal yapısı korunmuş, duvarda kurşun deliklerini görüyorum. Ev
toplam 7 odadan oluşuyor ve diğer odalarda da 1963-64 yıllarında Türk
köylerinde katledilen vatandaşlar gösteriliyor. Müzenin dışında da heykel ve
anıtlar görülüyor.
Barbarlık Müzesi |
Hava çok sıcak
olduğu için Cadının evi adlı mekânda biraz zaman geçirelim diyoruz. Oyun
oynarken telefonum çalıyor ve iş teklifi alıyorum. Teklif beni mutlu ediyor.
Keyfimiz yerine geliyor.
Lefkoşa’da
yürümeye başlıyoruz. Lefkoşa'da gezilecek görülecek çok yer olmakla birlikte
bende en fazla iz bırakan yerleri sıralarsam:
Girne Kapısı:
Eski Lefkoşa şehrini çevreleyen Venedik surlarının üzerinde bulunan 3 kapıdan
birisidir. Kentin giriş çıkış kapısıdır. Kapının kuzey cephesindeki kitabede
kur-anı kerimden ayetler bulunmaktadır. Güney cephesinde ise 1820-21 yılında
tarihlenen mermer levha üzerine yapılmış II. Sultan Mahmut’un tuğrası vardır.
Selimiye
Camii (ST. Sophia Katedrali ): Katedral Kıbrıs’ta gördüğüm en büyük ve görkemli
yapılardandı. Gotik mimari stilindeki bu yapı Lüzinyan krallarını taç giyme
törenlerine ev sahipliği yapmıştır. Fransız mimar ve ustaları tarafından inşa
edilen katedral Orta Çağ Fransız mimarisinin en güzel örneklerindendir.
Daha sonra
Osmanlı fethiyle birlikte 1570 tarihinde camii olarak kullanılmaya
başlanmıştır Yine hemen
karşısında yer alan ST. Nicholas kilisesini ve bedestenini gezdik.
Venedik
sütünü, Büyük han, derviş paşa konağı ve tabii ki sınır.
Lefkoşa
Kıbrısın başkenti ve öteki taraf Rum kesimine dâhil. Türk vatandaşları hiçbir
şekilde o kapıdan Rum tarafına geçemiyorlar. Ancak Avrupa'ya gitmeli oradan
sonra Rum kesimindeki bir havaalanına inip ziyaret edebilir. Kıbrıslı Türkler
ise Rum kesimine Lefkoşadaki kapıdan geçebilirler. Sınırda epey bir muhabbet
yaptık görevliyle. Kendisi denizli doğumlu Kıbrıslı ve karşı tarafa
geçemediğini belirti ve sıkıntıları konuştuk.
Kilise ve
bedesten bölgesindeki Mardin mimarisine benzettiğim ara sokaklarda dolaşıp
hediyelik eşyalar aldıktan sonra nereden araba kiralayabileceğimizi sorduk.
Kıbrıs’da araç
kiralama konusunda bilgi vermek yerinde olur. Toplu ulaşım çok zayıf. Mutlaka
araç kiralamak gerekiyor. Günlüğü 75 TL'ye güzel araba kiralanabilir.
Direksiyonun sağda trafiğin soldan akması asla göz korkutmamalı. Kısa bir
sürede alışıyor insan, benim çok deneyimimim olmamasına rağmen hiç zorlanmadık.
Sürekli bir dikkat gerekiyor tabii üstelik şehir içinde kullanmak daha kolay.
Kavşaklarda aynı şekilde mutlaka soldan gitmeli en çok zorlanılan yer orası oluyor
çünkü. Araba kullanırken şunu hep hatırlatın kendinize soldan soldan ve ben
yolun ortasında olmalıyım.
Akşam
cadının evinde dinlenip bir şeyler içiyoruz.
3.Gün
Araba
kiralamak için daha önceden tavsiye aldığımız kiralama şirketine gitmek için.
Lefkoşa merkeze gidiyoruz. Arabayı aldık. Hyundai i 20. tekrardan eve gelip
eşyaları alıp Girne yoluna koyuluyoruz. İlk durağımız deniz seviyesinden 732
metre yükseklikteki tepeye inşa edilen ST. Hilarion kalesi. Şahane bir Girne manzarası
bu tepeye kışın belli zamanlarda kar yağdığı da oluyormuş. Daha sonra Girne
limana gidip kaleyi geziyoruz. Zindanlar ve Girne batık gemisinin yanı sıra
kalede görülebilecek birçok yer var.
Girne’nin ara arka sokaklarını kesiyoruz. Bir Akdeniz şehrinden çok Ege
şehirlerini andırıyor bana. Kaledeki turist information önerisi üzerine
Bellepais gitmek için yola koyuldukça erken bir saatte kapandığından acele
etmemiz gerekiyordu.
Gezdik
dolaştık şimdi sıra denize girmeye geldi. Lapta’ya gidiyoruz kervan saray
beach’den önündeki plajdan gireceğiz ama deniz güzel görünmüyor. Girmeden
arabaya geri dönüp yol üzerindeki Lemar’dan alışverişlerimiz yapıyoruz
4.Gün
Bugün yine
güzel güneşli bir gün. Gazimağusa diğer adıyla Famagusta’yı keşfedeceğiz. Yol
üzerinde Salamis Harabeleri olduğunu öğrendik ve biraz yoldan saparak oraya gittik.
Adı üstünde harabe olan bu antik kent bir yerleşim alanı. Geri pek bir şey
kalmamış Türkiye’deki antik kentlere çok benziyor. Her yer Taş ve çok sıcak.
Ama İ:Ö insanların burada yaşadığını duymak bilmek ve o insanların denizin
hemen yanına bu kenti kurmalarını düşünmek bunun üstüne konuşmak gerekiyor.
Rotamızı Mağusa kentine
çeviriyoruz. Arabayı park edip biraz yürüyünce müthiş bir yapı görüyoruz. Lüzinyanlar döneminde, 1298 -
1312 yılları arasında inşa edilen yapı, tüm Akdeniz dünyasının en güzel Gotik
yapılarındandır. Her kilise gibi Osmanlının eline geçen topraklarda artık camii
olarak işlev göstermeye başlamıştır. Önündeki cümbez ağacıda yaklaşık olarak
705 yıllıktır. Gazimağusanın merkezini bu yapı oluşturuyor diyebiliriz. Daha
sonra Othello kalesine geçiyoruz. Othello Kulesi 14.yy'da Luzinyanlar tarafından olası bir düşman
saldırısına karşı limanı korumak için inşa edilmiştir. Yapıldığı ilk dönemlerde
etrafı derin çukurlarla çevriliydi. Saldırıya geçen düşmanlar özellikle derin
hendekleri geçemedikleri için uzun zaman geçilmez kale olarak adlandırılmıştır.
Aynı zamanda Shakespeare'nin Othello eserinin başkahramanının adından aldığı da
rivayet edilir.
Famagusta sanki bir güneydoğu
kenti gibi. Mimari de kullanılan sarı renk ve taş evler bana Mardin’i
hatırlatıyor.
Yine günün öğleden sonrasın da
glapside beach de dinleniyoruz. Deniz çeşme altınkuma çok benzer. Şahane. Su
içindeki tırmanma duvarına tırmandık.
Akşam eve dönüp hazırlandık ve
bir de Girne'yi akşam görmeye gittik. Bir kumarhaneye girip belki akşam
yemeğine orda yeriz bir iki oyun oynarız diye ama umduğumuz gibi olmadı.
Kumarhane tam bir yetişkin oyun salonu. Fazla sayıda nasıl çalıştırdığını
bilmediğim oyun masası ve konsolu vardı. Kumar oynamadan çıkıyoruz.
Liman akşam hareketli ve güzel.
Yemek için bir yere gidiyoruz. Kıbrıs’ın meşhur şeftali kebabını tadıyorum ama
beğenmiyorum. Çok ağır ve çiğ gibi… Kıbrıslılar balıktan ziyade et yemeklerini
tercih ediyor. Hellim peynirinin kızartmasını burada da tadıyorum.
Gece Lefkoşa’ya dönüp yarınki
yolculuğumuza hazırlanıyoruz.
5.Gün
İskele semtinde durup deniz kenarında kahvaltımızı yapıyoruz.
Sonra yine yola koyuluyoruz. Yollar gittikçe ıssızlaşıyor. Uzunca bir süre
denizi göremedikten sonra artık adanın en ucuna yaklaştığımızı fark ediyoruz. Yenierenköy
semtinde turist bilgi ofisini görüp duraklayıp nerede olduğumuzu çevrede neler
yapabileceğimizi soruyoruz. Bilgi ofisinde çalışan beyefendi çok kibar ve çok
yardımcı oluyor. Kendisi, Kıbrısın Türkiyesiz hiçbir gücü olmadığını kendisinin
Rum zulmünden ve katliamlarından zarar gördüğünü bizimle paylaşıyor.
Bir saat kadar daha gittikten sonra dipkarpaza milli parkına geliyoruz.
Milli park biraz tepede kalıyor ve giriş kapısının önünde harika bir manzara
bizi bekliyor. Arabayı kenara çekip “altınkumsal”ın kıvrımlarını seyre
dalıyoruz.
Milli parkın içinde Kıbrısın simgelerinden meşhur Kıbrıs
Eşekleri bizleri karşılıyor. Yabani eşekler arabaya çok yaklaşıyor hatta camı
bile yalayan eşekler var. Apostolos Andreas Manastırı denize nazır yapısıyla
halen daha ibadethane olarak kullanılabiliyor. Apostolos Andreas, mucizeler yaratan,
rüzgârların hâkimi, yolcuların koruyucusu ve Hz. İsa tarafından papazlığa ilk
çağırılan kişilerden biri olması özellikleriyle Hıristiyanlık dünyası için
önemli azizlerden birisi. Ben biraz bakımsız buluyorum Manastırı.
Eğer biraz daha azim edip toprak yoldan devam etmeyi göze alırsanız
adanın en ucuna o fotoğraflardan görülen en sivri ucuna Zafer Burnuna
gidebilirsiniz. Biz göze alıp buradan dönüş olmaz diyerek en uca kadar
gidiyoruz. Gerçekten etkileyici. Açık havada Karşı da Türkiye görülebildiğini
iddia ediyor orada güvenliği sağlayan jandarmalar.
Dönüş yoluna geçiyoruz. Zevkli bir yolculuktan sonra eve
varıyoruz.
Ertesi gün önce arabayla arkadaşımızı okuluna bıraktıktan
sonra havaalanına gidiyoruz ve arabayı teslim edip İstanbul’a dönüyoruz. Dönüşte güzel ve güneşli İstanbul'a inip direniş hazırlıklarına başlıyoruz. Ama
öncesinden iş için gerekli olan evrakları toplamam gerekiyor. Uçak yolculuğunda
biraz uyuyorum o uyku hali tüm gün benimle devam ediyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder