1 Temmuz 2015 Çarşamba

İtalya Gezisinden Notlar- Roma Gün Gün

Roma 1.Gün
Roma’ya rahat bir yolculuk sonunda iniyoruz. Sıkıntısız ve çabuk bir şekilde vize polis kontrolünden geçiyoruz ama ne yazık ki aynı şey bavul için olmuyor. Uzun bir süre bavulların gelmesini bekliyoruz. Aldığımız gibi çıkışı bulmaya çalışırken turist infodan yardım alıyoruz. Otobüsler yan yana dizilmiş 5 Euroya biletimizi alıyoruz. Hostelimizin olduğu Termini bölgesine 1 saate yakın yolculuktan sonra ulaşıyoruz. Roma’ya gelmeden bir gün önce okuduğum güvenlik sorunlarından ötürü Termini ve bölgesinden biraz çekiniyorum. Gece karanlığında otobüsten indiğimizde hosteli bulmamız zor olmuyor. Termini bölgesi Roma’da göçmenlerin yaşam mücadelesi verdiği bir bölge. Merkez tren istasyonu da burada bulunuyor ve şehrin birçok yerine bu bölgeden metro ile kolayca ulaşabiliyorsunuz.
Hostele vardığımızda eşyaları bırakıp akşamımızı değerlendirmek istiyoruz. Termini istasyonuna tekrardan yürüyüp metro ile Spagna istasyonuna gidip oradan İspanyol merdivenleri gezelim diyoruz.  1 günlük bilet ile 7 Euro karşılığında istediğiniz kadar kullanabiliyorsunuz. Spagna durağında inip meşhur İspanyol merdivenlerine gidiyoruz. Ortadaki yine meşhur çeşmede (Fontana della Barcaccia) fotoğraf çekinip ara sokaklarda kısa yürüyüşlere başlıyoruz. Trevi çeşmesini de gece görüyoruz. Maalesef ki restorasyonda olduğundan için görkemini ve gerçek su ve ışıklandırma rengini göremiyoruz. Ayrıca burayı bir meydan gibi hayal etmiştim ama daracık bir sokakta olduğundan çok sıkışık bir bölgede kalıyor ve hem para atmak hem de fotoğraf çektirmek güç oluyor. İlk gecenin ve saatin geç olmasından ötürü Mc donalds’da yemek yedikten sonra berberini metrosu ile hostele geri dönüyoruz.

2.Gün
Asıl gün bugün. İlk hedefimiz ana odak noktamız Colleseum-Kolezyum. Marketten Kahvaltılık bir şeyler aldıktan sonra Santa Maria Maggiore basilikasına yürüyüp kahvaltıyı merdivenlerde yapıyoruz. Bazilika Roma'da mutlaka görülmesi gereken çok popüler olmayan yerlerden bir yer. Burayı ilk gördüğümde sıradan bir yer olarak düşünmüştüm ama içeriye adımı attığım anda düşüncelerim değişti. Görkemli bir yapı ve eğer girdiğim ilk kilise böyleyse diğerleri nasıl olacak diye düşünmeye başladım.
Bazilikadan çıktıktan sonra Kolezyuma yürümek ile metro ile gitmek arasında tereddüt yaşıyoruz. Hazır metro kartımızın olması ve yorulmamak adına metroyu tercih edip mavi hat ile direkt Kolezyum durağında iniyoruz. Hep fotoğraflardan gördüğümüz yapı canlı canlı gözlerimizin önünde bir o kadar da bilet sırası dikkatimi çekiyor. Çok duymuştum meşhur sıra kuyruklarını ve ilk gün tanışmış olduk. Sıraya geçiyoruz kısa süre sonra geliyor sıra ama öğreniyorum ki bu beklediğimiz süre sadece bilet almak için içeri girme sırasıymış. Ondan sonrada bilet almak için sıra bekliyoruz. Neyse ki burası kolezyum içinde olduğundan çok güneş almıyor ve sıcak rahatsız etmiyor. Uzunca bir süre bekledikten sonra biletimizi alıp içeri adımımızı atıyor. Turlarımızı atıp fotoğraflarımızı çektirten sonra çıkıyoruz.. Çok kalabalık olduğundan fotoğraf çekmek ve çekinmek de güç oluyor.


Kolezyumdan çıktığımız gibi Roma Forumu ve Palatino tepesine yöneliyoruz. Aldığımız bilet (12€) buralarda da geçerli. Burada da ufak bir sıra bekledikten sonra içeri giriyoruz ve ilk olarak sol taraftan Palatino tepesine yöneliyoruz. Büyük bir bahçe içerisinde yer alan bu bölgede insanlar çimler üzerinde dinlenebiliyor, manzaranın tadını çıkarabiliyorlar. Tüm alanın gezmek epey zaman alıyor, ağırdan da alıp manzaranın tadına varıyoruz. Sonrasında aşağıya inip Forum alanını geziyoruz. Antik kent gibi düşünebilirsiniz. Eski Roma diye tabir edilen bölge burasıdır.
Forumdan çıkıp Emperyal caddesinde kalabalık ile birlikte yürüyüp Piazza Venezia’ya ulaştığımızda Vittorio Emanuele anıtı tüm ihtişamlığı ile karşımıza dikiliyor. Merdivenlere oturup, kiliseyi gezdikten sonra bir kuyruk görüyoruz ki gidip bakıyorum. Asansör sırasıymış. Manzara muhteşem olabilir ama çıkmaktan vazgeçiyoruz ve Via del Corso caddesine yürüyoruz. İncecik uzun bir cadde ama Roma’nın iki meydanını birbirine bağlaması ve birçok turistik yere de yakın olması itibariyle adeta damar gibi bir cadde. İspanyol merdivenlerine yakın bir yerde gördüğümüz restoran için yönümüzü oraya çeviriyoruz. “Restorante 34” adlı mekân fiyatlar makul sayılabilir ama kalite çok iyi değil özellikle servis tabak ve bardaklarının temizliğine dikkat edilmeli. Özellikle servis ücreti de alıyorsanız.
Yemekten sonra tekrar Via Del Corso'ya çıkıp sonuna kadar yürüyüp bir başka büyük ve geniş meydana Piazza Del Popolo ulaşıyoruz. Canlı müzik, gösteri yapan insanlar ve onları izleyenler… Simetrik kiliseleri karşınıza aldığınıza solunuzda bir tepe göreceksiniz. Oraya merdivenlerle çıkıp batan güneşi izliyoruz. Aynı zamanda Villa Borghese’nin de girişi burası. Bisiklet süren insanlar, paten kayanlar kalabalık ve hareketli bu park şehrin dışında değil kalbinde yer alıyor. Yarın buraya gelip bisiklet kiralayıp bölgeyi gezmeyi planlıyoruz. Şimdi Merdivenlere gidip biraz soluklanıp hostele dönmeye karar veriyoruz.

3.gün
Bu sabah metro yerine gezeceğimiz bölgelere yürümeye karar veriyoruz. Hostelden çıkıp Piazza Del Republica, Piazza Del Berberini ve Via Veneto Caddesinden yukarı çıkıp Villa Borghese geliyoruz. Yol üstünden şahane meydanlar, heykeller ve kiliseler var. Kahvaltıyı Fontana Del Tritona Çeşmesinde yapıyoruz.Villa Borghese geldiğimiz gibi 1 saatliğine bisiklet kiralayıp etrafı turluyoruz. Galeri Borghesi kapalı dışarıdan görmekle yetiniyoruz. Bir de bu çevrede Hayvanat bahçesi var zamanımızın yetersiz oluşu ve bisikletten ötürü pas geçiyoruz.
Öğlen yemeği için Spagna meydanına dönüp Via Del Croce caddesindeki makarnacıya Pastificio yetişiyoruz. Günde sadece 13.15 saatleri arasında çalışan bu mekân 2 çeşit makarna satıyor. Eğer mekân içinde yiyecek olursanız şarap ve su içinde para ödemiyorsunuz. 1 tabak makarna fiyatı ise 4 Euro. Çok lezzetli buluyorum, üstüne bir de Pompi adlı mekânda tiramisu yedikten sonra aynı fiyata keyfim iyice yerine geliyor. Mekânlara ayrı sayfada değineceğim.


Artık Navona Meydanı ve Pantheonu görme zamanı. Farklı yoldan gidip nehri ve St.Peter'in kubbesini gördükten sonra önce Navona meydanına varıyoruz. Çok kalabalık olduğu kadar çok da sıcak. İstanbul’da hasret kaldığımız sıcak ve güneşli hava Roma’da bizi hem mutlu hem de rahatsız ediyor. Meydan çok güneş aldığından fazla zaman geçiremiyoruz ve Pantheona yürüyoruz.
İlk gördüğümden sanki bu yapı uzaydan buraya atılmış, etrafındaki her şey buna uygun olarak inşa edilmiş izlenimi yaratıyor. O dar sokaklardan geçip karşımıza bu dev yapı çıktığından dilimizi tutuluyor. Gidip bir kafede espresso içip soluklanıp içeriye giriyoruz. Pantheon asla es geçilmemesi gereken bir yer. Hemen yakınındaki Sant'Ignazio di Loyola kilisesi de görülmeli.
Şimdi Campo Del Fiori meydanındayız. Kurulan pazarın toplanma ve ortalığın temizlenme telaşına denk geliyoruz. Meydanın ortasındaki dikkatimi çeken heykelin kim ve neyi anlatıyor İstanbul’a döndüğüm zaman anlayabilecektim.
Acıkan karnımızı doyurmak için mekân arayışı içerisindeyiz. Kötü bir pizza ve güzel bir dondurma ile karnımızı doyurduktan sonra Navona meydanına gezmeye başlıyoruz. Hava öğlen ne kadar sıcak ise akşam da o kadar soğuk oluyor. Meydanda çizerler, ressamlar, müzisyenler, ateşle oynayan göstericiler, müzisyenler. Karnaval meydanı demek yanlış olmaz. Resmimizi çizdirelim diyoruz ama kırışmadan onu eve götürmek mümkün olmadığından vazgeçip ısınmak ve bir şeyler içmek için meydan yakınındaki İrısh pub’a uğruyoruz.
Dönüşte otobüs ile 64 numara hostele dönüyoruz.

4.gün
Bugün tüm günü Vatikan ve bölgesine ayıracağız. Yorulacağımızı düşünüp metro ile bölgeye ulaşmaya karar veriyoruz. İndiğimiz gibi bir şeyler yemek istiyoruz bir pastanede duruyoruz. Kahve ve sandviç ile karnımızı doyurup kalabalığı takip edip St.Pietro meydanına yürüyoruz ki kuyruğu gördüğümde bir eyvah çekiyorum. Tekrardan Vatikan’ın girişini arıyoruz. Bir önceki gün internetten aldığımız biletler sayesinde sıra beklemeden içeri giriyoruz. Bir harita alıp Vatikan içinde kayboluyoruz. Her yerde küçük küçük sergi alanları ve müzeler, haritayı anlamaktansa her yeri dolaşmaya ve tabelaları takip etmeye odaklanıyoruz. Saatler sonra kalabalık bir grup şeklinde müzelerin ve odalarından içinden geçerek Sistine Şapeline ulaşıyoruz. Daracık odalardan geçerken bu odaları gezmenin en güzel yolunun sedyede yatarken olduğunu konuşuyoruz. Çünkü tavanlarda çok şahane eserler var ve bakarken bir süre sonra boynunuz yorulabiliyor. Küçücük odalardan tünel gibi yerlerden geçip Sistine Şapeline vardığımızda ise bambaşka bir dünyaya giriş yapmış oluyoruz. Sayfalarca yazı yazılabilir burası hakkında ama gelmeden önce tavan ve karşı büyük duvar hakkında biraz okumakta yarar var. Michelangelo burada mucizeler yaratmış. Herhalde Dünya sanat tarihinin en değerleri eserlerinden birini gözlerimizle görüyoruz. Karşı duvar beni büyülüyor. Renk ve çizimleriyle. Fotoğraf çekmek yasak, görevliler sessizlik konusunda devamlı uyarılarda bulunuyorlar. Burada da boynumuz tutuluyor tavandaki resimlere bakmaktan. Dünyanın en çok ziyaret edilen yerlerinden birisi ve Papalık seçimlerinin yapıldığı yer olarak belirtiliyor.
Şapelden çıktıktan sonra ana çıkışa yönelip meşhur spiral merdivenlerden aşağıya iniyoruz. Müzenin çıkışında hediyelik eşya satan yerlerde Sistine şapeline ait yap-pozlar dikkatimi çekiyor ne yazık ki bunları da taşıma probleminden ötürü alamıyorum. Müzeden çıktığımız gibi St.Pietro meydanına yürüyüp St.Peter bazilikasına gidiyoruz. Ama öncesinden muhteşem bir dondurma alıyoruz ve sırada beklerken bitiriyoruz. Bazilika Katolik Dünyasının 1.numaralı bazilikası olarak kabul ediliyor. İçerisi de aynı sıralamayı hak ediyor. Devasa bir yapı, kendimi küçücük hissediyorum. Hiçbir görkemden kaçınmamış Katolikler. Her duvarda her küçük şapelde başka bir eser, şaheser bulunuyor. Ayrıca buranın kubbesine de çıkmak mümkün asansör +merdiven ile bir ücret karşılığında kubbeye çıkıp Roma’daki hemen hemen tüm yapıları ve şehri tepeden görebilirsiniz. Merdivenler biraz dar, çıkması zor olsa da yukarısı her şeye değiyor. İnerken de ara terasta dinlenip hava alabilirsiniz.
Meydanda dinlendikten sonra Angelo Kalesine gidiyoruz. Güneş yavaştan Vatikan’ın arkasında batıyor. Muhteşem manzaralar ortaya çıkmaya başlayınca makinelere sarılıyoruz. Kaleye girmeyip, köprüden geçip nehir kenarından Ponte Sisto köprüsüne kadar yürüyoruz. Hedef Trastevere..

Kısa bir yürüyüşten sonra Trastevere’ye varıyoruz. Yemek için güzel bir yer bulup en güzel pizzayı ve tatlıyı yiyoruz. Üstüne de ara dar sokakları dolaşırken hadi bir bira içelim diyoruz. Keşke daha fazla gecemizi burada geçirseydik. Roma ‘da galiba gençlerin en çok olduğu bölge burası. Dönüşte tekrardan Campo del Fiori üzerinden otele otobüsle dönüyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder