30 Haziran 2015 Salı

Sakız, Chios Adası

Daha önceden Çeşme’ye iki kez gitmeme rağmen vizem olmadığı için Sakız Adasına gitme şansım olmamıştı. Bu sefer vizem varken sadece Sakız’a gitmek için biletleri aldım. Cumartesi sabah uçağıyla İzmir üzerinden Çeşme’ye varış ve feribot ile Adaya geçiş ertesi gün de akşamında Çeşme üzerinden direkt Havaalanına yetişme planımız evdeki hesaplarımız gibi olmadı. Sabahki feribotu kaçırınca akşama kadar Çeşme-Alaçatı’da dolaşmak, zaman geçirmek zorunda kaldık. Dolayısıyla sadece 1 gece 1 gün geçirdiğim Sakız adasını basit ve kısaca anlatmaya çalışacağım. Elbette ki Sakız Adası en az 4-5 günde güzelce tüm koyları ve köyleri gezilerek hakkı verilebilir.

Adaya Nasıl Gidilir?
Adaya gitmek için Çeşme Limanına ulaşmak gerekiyor. Havaş otobüsleri İzmir Adnan Menderes Havaalanında 25 TL ücret karşılığında 70 dakika gibi bir sürede ulaşım sağlıyor.
Çeşme Limanında ise aktif olarak çalışan iki şirket var. Ertürk Lines[1] ve Ege Birlik[2]. Bu iki şirketin de gitmeden önce internet sitesinden sefer saatlerini ve ücretlerini öğrenip bilet alabilirsiniz.
Adaya gitmek için Schengen vizenizin olması gerekiyor. Kapı vizesi de almak mümkün. Ancak Kapı vizesinin daha maliyetli olduğunu düşünüyorum. Aynı zamanda çıkış pulunu da mutlaka ödemek gerekiyor.
Duty Free sadece Çeşme limanında var. Ben karşı taraftaki duty free den bir şeylerim alırım derseniz hiçbir şey alamadan geri dönüş yaparsınız. Sakız’ın limanı küçücük ve mağazaya yer yok.

Ada İçerisinde Ulaşım
Toplu taşıma minübüslerin olduğunu söylediler fakat biz gezerken hiç göremedik. Belki de denk gelmedi ama genel olarak Yunan adalarında sefer saatleri ve araç yoğunluğu konusunda çok güvenilir olmadıklarını bildiğimizden biz araç kiraladık. İyi ki de öyle yapmışız. İstediğimi vakitte istediğimiz yere gidebilme şansımız oldu. Limandan iner inmez yolu takip ettiğinizde araç kiralama şirketleri yan yana dizilmiş şekilde. Fiyatı uygun olana girip anlaşabilirsiniz. Biz, otomatik vites aracı günlük 35€ karşılığında kiraladık.

Nerede kalınır?
Kalacak yer seçenekleri fazla, gitmeden evvel internet sitelerinden isteğinize bağlı olarak konaklayacağınız yeri ayarlayabilirsiniz. Biz Kampos bölgesinde, merkeze yakın, yer alan Topakas Konukevinde kaldık. [3] Feribotun gecikmeleri gelmesinden ötürü Çeşme limanından planlana saatten daha geç hareket edince akşam karanlığına kaldık ve evi bulmamız zor oldu. Yolun bir kısmına kadar gidip, doğru yolda olduğumuzdan şüphe edince limana geri dönüp, birilerinden yardım almayı ve bizim için telefon açmasını rica etmeyi kararlaştırdık.
Bir bara gidip rica edip arayıp konuştuğumuzda havaalanına yakın bir yerde bulaşalım dedik. Kalacağımız konuk evinin sahibi bizi karşıladı, eve kadar onun eşliğinde gittik. Hoş geldin içkisini Mastika ve Uzo. ikram etti, sohbet ettik. Eleni, eşi, çocukları ve tatlı köpeği bizi gerçekten çok sıcak karşıladı. Topakas Konukevi, sahipleri ve konumuyla Ada’da kalmak için elverişli bir yer.

Ada’da Gezilecek Yerler
Öncelikle kısıtlı zamanınız varsa Kuzey’e mi Güney’e mi gideceğinize karar vermeniz gerekiyor. Yerleşim yerleri ve koyların aralarındaki mesafeler yer yer büyüyor. Yollar asfalt ve düzgün olsa da adada olduğunuzdan kıvrımlı yollar zaman alabiliyor.
Biz Adanın Güneyini tercih ettik. Hem gezmek istediğimiz köylerin orada oluşu hem de Eleni’nin tavsiyesi doğrultusunda bu kararı aldık.
Armolia köyünden geçerek ilk durağımız Pirgi Köyü oluyor. Meydanda kahvaltımızı yapıyoruz. Bu köydeki ilginç olan şey evlerin ve kiliselerin dış cephelerindeki desenler, süslemeler.. Bu süslemelere “Ksista” adı veriliyor. Çok özgün bir tasarım ve süslemeyi daha önce bir yerde görmemiştim.




Pirgi köyünden sonra sırasıyla Komi, Emporios, Mavra Volia ve adanın en ucundaki Vroulida plajına gidiyoruz. Aralarından en beğendim Mavra Volia ve Vroulida plajları oldu. Plajlar çok ıssız. Yol boyunca sakız ağaçları görüyoruz.
Vroulida


Tekrardan geri dönüp Mesta Köyüne gidiyoruz. Daracık sokakları ve labirent gibi yapısıyla bu köyde çok ilgi çekici. Köyün içindeki kiliseyi de görebilirsiniz. Özellikle köyün içindeki sokaklarda zemindeki oklarla köye giriş ve çıkışı bulunuyor. Ayrıca köyün içinin yazın serin kışın sıcak oluyor olduğunu ve buna göre tasarlandığını öğrenince şaşırıyoruz. Köyün korsan saldırılarına karşı korunaklı yapıldığı da söyleniyor.
Mesta Limanından geçip hedefimiz olan adanın batısındaki Lithi Plajına gidip yemek yiyeceğiz. Yolda bir süre sonra ıssızlaşmaya başlayınca haritalara bakıyoruz. Yanlış yerde olduğumuz duygusuna kapılınca bir an panikliyoruz. Çünkü hata yapma şansımız yok, feribotu kaçırabiliriz.
Neyse ki karşıdan gelen bir aracı durdurup Lithi köyünü soruyoruz. Doğru yoldayız. Yol boyunca gözümüze çarpan korkunç bir manzara var. Yakın zamanda burada çıkan yangın geniş bir çevreye ciddi zarar vermiş. Umarım en kısa sürede doğayı tekrardan canlandırabilirler. Bir süre sonra Plaja varıyoruz. Deniz kenarında karnımızı uygun fiyata leziz yemeklerle doyuruyoruz.
Dönüş yolunda yine merkeze inip arabayı teslim edip limana geçiyoruz.
Sakız adası ben de bir kez daha kendisine çağırma isteği uyandırdı. Sakin koylarında ve tarihi köylerinde, sıcakkanlı insanlarıyla, lezzetli ve kaliteli yemekleriyle yavaş ve sakin bir şekilde 5 gün kadar şahane vakit geçirebilir.








[1] http://www.erturk.com.tr/
[2] https://www.egebirlik.eu/
[3] http://www.topakas.gr/rooms_to_let_en.php

12 Haziran 2015 Cuma

Yine Yeniden Bozcaada-Assos

1 Mayıs Cuma gününe denk gelince arkadaşlarla uzun zaman önceden ne yapalım nereye gidelim diye tartışmaya başladık. Planlarımız süreç boyunca değişse de araba kiralayıp şöyle Çanakkale-Bozcaada hatta oradan da Assos’a kadar yolumuzu düşürme de karar kıldık. Daha önce aynı sene-2011-içerisinde Bozcaada ve Assos’a gitmiştim. Bu sefer kendim için daha bir yemek ve fotoğraf ağırlıklı gezi olmasını planladım. Aynı zamanda daha önceden buralara gitmeyen arkadaşlar içinde güzel bir hafta sonu olacağı için mutluydum.
Geziye kısa bir süre kala kadar alıp araç kiralamaktan vazgeçip babamdan arabayı bize vermesini rica ettim. Genelde babam bu konuda katı olsa bu sefer beni de şaşırtan çabuklukla olur deyince geriye bir tek kalacak yer ayarlamak gerekiyordu. Haftalar öncesinden arkadaşlarım o tarihlerde kalabalık olacağını söylemelerine rağmen açıkçası bu duruma çok da öyle bir ihtimal vermiyordum. Kim gider ki daha yaz gelmemiş, temmuz ayında bile deniz suyu soğuk olan Bozcaada’ya diyordum ki aradığımız otellerde yer olmadığını öğrenince bir de yola çıktıktan sonra Geyikli iskelesindeki feribot kuyruğunu görünce kısa süreli bir şaşkınlık yaşadım.
Saatlerce Geyiklide feribot sırası bekledikten sonra nihayet Cuma öğleden sonra adaya gelebiliyoruz. Şimdi kalacak yer içinde aklımın hep bir ucunda bulundurduğum ama arkadaşlarla paylaşmadığım Ada Kampingi önerdim. Aradık, yer varmış şansımız yaver gitti iki boş çadır geceliği 30 TL’ye ayarladık. Ben her ihtimale karşı uyku tulumu ve matı hatta çadırı bile arabanın bagajına atmıştım. Ancak gerek kalmadı. Kamping çadırında bir yatak, yorgan ve battaniyenin bulunması çok işimize geldi.
Arabayla tekrar ada merkezine gelip bir ufak tur atıp yemek için bir yerler aramaya başladık. Listemizde iki üç tane mekân vardı fakat onlar da daha servise başlamamışlar ve rezervasyon ile alım yaptıklarından yer bulamadık. Açlık iyice mideye vururken bir mekânın boş masaları karşımıza çıkınca hemen oturuverdik. Mekânın ismini kalkarken öğrenecektim. Kapı 14. Yediğimiz her şey özellikle meze, kalamar ve balık çok lezzetliydi. Servis de hızlı ve kibar. Yalnız rakıyı seçerken dikkatli olmakta fayda var.  Alkol anlamında demiyorum Çünkü hesabı ödeme aşamasında 35 cc ala rakıya 105 TL ödeyeceğimizi görmek pek hoş olmuyor.

Karnımızı iyice doyurduktan sonra kale altından sahil kenarında yürüyüş yapıyoruz. Dönüp çınar altında sakızlı muhallebiyi yiyoruz. Küçük porsiyon ama fiyat 10 TL. Yol yorgunluğu da eklenince kamp alına dönüyoruz. Gece inen soğuk biraz korkutsa da bizi battaniyelere sarılıp uyuyakalıyoruz. Çadırda yatmayı ama daha çok uyanmayı, toprağa yakın uyumayı ve uyanmayı havayı, güneşi hissetmeyi çok seviyorum.


Ertesi gün adanın eski ve daracık sokaklarında gezintiye çıkıyoruz. Yarın için planımızı yaparken büyük bir problem bizi bekliyor. Yarın için adadan dönüş seferleri dolmuş. Rezervasyon da yaptıramayınca akşam 19.00 feribotu ile Geyikliye geçmeyi kesinleştirip kısıtlı saatimizi en etkili şekilde kullanmaya çalışıyoruz. Maalesef ki hava öğleden sonra biraz kapatıyor. Denize girmemiz mümkün değil. Hem su soğuk hem de çıkınca rüzgârla üşüyorsunuz. Ayaklarımızı sokmakla yetiniyoruz. 4 yıl önce denize girdiğim, güneşte kavrulduğum yerler aynı olsa da zaman ve hava durumunun insanların hissettiklerini ve çevreyi ne kadar değiştirip etkilediğini bir kez daha görüyoruz.
Öğleden sonra polente fenerine gittiğimizde kapalı olduğunu görüyoruz. Rüzgâr türbinlerinin olduğu yer akşamüstü gün batımı manzarası için açılıyor anladığım kadarıyla. Bir yolunu bulup içeri girip burna kadar gittiğimizde 4 yıl önce güneşi batırdığımız durgun sıcak yerde şimdi yeller esiyor.
Akşam feribota binip Assos’a doğru yola çıkıyoruz geziye çıkmadan önce Assos’ta da kalacak yer bulamamıştık. Neyse ki Bozcaada’da aradığımızda bir yer bulmayı başarabiliyoruz.
Hava kapıyor ve yağmur başlıyor. Assos’a vardığımızda yolu uzatarak geldiğimizi öğreniyoruz. Normalde dümdüz bir yol varken biz kıyı şeridini ve eski köyleri de yolumuza katıp gelmişiz.
Akşam yemeği için Assos Köyüm Restoranı tercih ettik. Et yemeklerinin kalitesinden memnun kaldık yalnız mezeler aynı kalitede değildi. Güzel bir terası var, eğer kediler sizi rahatsız etmiyorsa keyifli bir yemek yiyebilirsiniz.
Ertesi gün kahvaltı için Küçükkuyu yoluna çıkıyoruz. Deniz kenarında sıra sıra dizilmiş restoran ve kahvaltıcılar var. Yalnız sezon tam olarak açılmadığından bazı mekânlar hizmet vermiyorlar. Aklımızdaki restorana da tam olarak bu yüzden gidemedik. Onun yerine bitişiğindeki Cihat Ustanın Yerine gittik. Serpme kahvaltı, masaya gelen tabak sayısının hesabını tutamadık. Çok güzel lezzetler, üstelik deniz kenarındasınız. Mis gibi oksijen ve zengin kahvaltılar. Kendimizi şımartıyoruz. 20 TL kişi başı ücret ödüyoruz.
 Tekrardan Assos’a dönüp Athena Tapınağına çıkıyoruz. Buranın manzarası ve havası çok essiz. İkinci gelişimde 3.kez çıkmış olsam da aynı heyecanın yaşıyorum. Masmavi deniz, kıyılar ve karşıda Midilli adası uzanıyor.
Limanı da gezdikten sonra yavaştan dönüş yoluna çıkıyoruz. Acelemiz yok esasen yol üzerindeki antik kentlere ve Çanakkale, Gelibolu Milli parkına uğrayacağız.
Bu sefer düz yoldan kısa sürede Truva Antik Kentine varıyoruz. Truva hakkında bilgi vermeyeceğim ama gezilmesi kolay, iyi düzenlenmiş bir antik şehir. Kat kat yerleşim yerleri görülüyor. Milli parkın girişindeki temsili Truva atı herkesin ilgisini çekiyor. İçine girip, yukarıya çıkıp fotoğraf çektiren insanların sayısı epey fazla. Yine turistlerin özellikle Almanların yakın bir ilgisi olduğunu gördüm. Bunun nedeni de burada yapılan kazılar sonucu çıkarılan bazı değerli eşyalar Almanya’nın Berlin şehrinde sergilenmesi olabilir diye düşünüyorum.


Truva antik kentinden sonra Çanakkale merkeze varıyoruz. Kısa bir süre feribot için bekledikten sonra Gelibolu’ya geçiyoruz. Niyetimiz bazı şehitlikleri ve önemli yerleri gezmek. Fakat hem turist kalabalığı hem de mesafelerin büyüklüğü ile her yeri gezme fırsatımız maalesef ki olmuyor. Abide’ye gitmeyi seçiyoruz. Yol üstündeki Kilitbahir kalesi, Hamidiye ve Mecidiye Tabyaları, Seyit Onbaşı, Çanakkale Şehitleri Abidesi, Morto Koyu başlıca gezdiğimiz yerler oldu.
Özellikle Çanakkale Şehitleri Abidesi yapılış amacı, görkemi ve bulunduğu yer itibariyle mutlaka görülmesi, hissedilmesi gereken bir bölge. Çanakkale de dâhil olmak üzere Gelibolu Milli Parkı için 2 tam gün her yeri gezmeniz için yeterli olacaktır.

Bir gezinin daha sonuna gelirken dönüş trafiği bizi karşılıyor. Kısa süreli tatillerde yakın yerlere gitmenin sıkıntısı ulaşım ve konaklama açısından problem yaratsa da insanlar doğaya ve tatile ihtiyaç duydukları sürece bu problemler pek bir sıkıntı yaratmayacaktır.

1 Haziran 2015 Pazartesi

Kopenhag-Copenhagen

Nyhavn
Hayatında ilk defa vizesi olan bir insanın açgözlülüğü ile her yere bilet bakmaya başlamıştım. İş saatlerine en uygun zamanlı bileti ararken karşıma indirimli kampanya biletleri çıktı. Başka şehirlere de baktıktan sonra en uygun gün ve saatlerin Kopenhag’a olduğunu fark edince bilet almak için hazırlanmaya başladım. Üstelik yakın akrabalarım da orada yaşıyorken onlara güzel bir sürpriz yapmak çok hoş olurdu. Arkadaşımı da ikna ettikten sonra kısmet oldu ve 2 ay öncesinden aldığımız biletlerle Mayıs 22-25 arası Kopenhag gezimizi gerçekleştirdik.
Öncelikle gitmeden evvel havanın güzel olması, doğadan yana bir aksilik yaşanmaması için dua ettim. Malum Kopenhag da diğer kuzey Avrupa ülkeleri gibi gri, yağmurlu ve soğuk havasıyla biliniyor. İstanbul’da mevsim yaza dönmeye başlamışken yanıma ince bir kazak, polar ve ince bir mont aldım. Gezinin ilk gününde iyi ki de bunları çantaya koymuşum dedim.
Açıkçası bu gezide diğer gezilerimdeki gibi saatlerce yürümedik. Akrabalarımız sağ olsun bizleri çok iyi karşıladı, ağırladı ve yolcu ettiler. Üstelik şansımız yaver gitti ki rastgele seçip aldığımız tarihler Kopenhag’da resmi tatile ve karnavala denk geldi. Dolayısıyla akrabalarımız da pazartesi günü işlerine gitmeyince birlikte zaman geçirmemiz kolaylaştı.
Uçağımız geç bir saatte Kopenhag havaalanına iniyor. İniş esnasında Kopenhag ve Malmö (İsveç) arasındaki Oresund Köprüsünü görüyorum. Pasaport polisi problem çıkarabilir mi diye biraz tedirgin olsak da çok kibar bir beyefendi kısa sürede giriş damgasını basıyor ve bavulları beklemeye başlıyoruz.
Akrabalarımın Brondby Strand şehrinde yer alan evlerine sabaha karşı gelip sohbete başlıyoruz. Yarın yorucu bir gün olacak, bol gezili ama buna rağmen gün doğmadan önce uyuyamıyoruz.
Birinci gün, hazırlanıp evden çıkıyoruz. Kopenhag, Danca da işitebildiğim kadarıyla “Kubınhaun” şeklinde telaffuz ediliyor. Danimarka’da şehirlerarası mesafe çok küçük. Evden çıktığımız yerden Kopenhag’a giderken birden fazla şehirden geçtiğimizi öğrenince şaşırıyorum. Önce Valby’de ki Carslberg’in binasını, üretim tesisini görüyoruz. Çok eski bir bina kocaman filler görüyorum. Günümüzde aktif üretim tesisi olarak kullanılmıyormuş. Tur ve rehber eşliğinde içerisini gezip, bira tadabilir ve Carslberg tarihini öğrenebilirsiniz. Biz dışarıdan görmekle yetiniyoruz. Vesterbro caddesinden geçerken sağlı sollu kafeler, restoranlar gözümüze çarpıyor. Tabii ki de bisikletliler. Her yerdeler. Bir bisiklet sever ve kullanıcısı olarak cennete düşmüş gibiyim. Çeşit çeşit güzel tasarımlı bisikletler ve her yaştan kullanıcıları muntazam bir şekilde düzenlenmiş yollarda kurallara uyarak sürüş keyfine varıyorlar. Bizde bisiklet spor olarak görülürken, Avrupa kültüründe yaşamın tam içinde ulaşım aracı olarak kullanılıyor. İnsanlar takım elbiseleriyle, pantolonlarıyla, etekleriyle bisikletlerini kullanıyorlar. Sürücüler ve yayalar, bisikletlilere daha anlayışlı ve kontrollü yaklaşıyorlar.
Vesterbro caddesinde ilerleyince sağ tarafımızda Tivoli Bahçeleri kalıyor. Tivoli bahçeleri bir oyun parkından daha fazlası. İçeri giriş ücreti için bir ücret ödemeniz gerekiyor. Daha sonra kullandığınız her oyun için yeni bir ücret ödemeniz gerekiyor. Akrabalarımın fiyatları söyleyince Kopenhag standartlarının bile üstünde gibi geliyor.. Arabamızı park edecek bir yer bulduktan sonra Stroget caddesinde yürümeye başlıyoruz. Arabayı park ettiğimiz her yerde park ücreti ödüyoruz. Hatta öğreniyorum ki kendi evinizin otoparkında bile yabancı araçlar için park ücreti ödemelisiniz.
Stroget caddesi bizim Bağdat Caddesi ya da İstiklal Caddesi mağaza ve kafeleriyle ünlü bir cadde. Pahalılığıyla da ünlü haliyle. Örneğin döviz bozdururken döviz bürosuna 7 Euro komisyon ödedim. Şansımıza bir sokak karnavalına denk geliyoruz. Samba festivali tarzında güney Amerikalı gruplar müzik çalıp dans ediyorlar. Kalabalıktan yürüyüşe devam edemiyoruz. Bu caddenin sonunda Nyhavn’a varıyoruz. Nyhavn, Kopenhag tanıtımlarında gördüğümüz bilindik renkli evlerin olduğu kanalın yanındaki bir bölge. Renkli evlerin altından kafeler ve tam karşısında da oturma yerleri var. Zenginler kafelerde, alternatif arayanlarda yerlerde oturarak eğlenebiliyorlar. Kartpostallık fotoğraflar çekmek için çok uygun bir bölge. Aynı zamanda Nyhavn’dan kanal turu alıp gezi yapabilirsiniz. Biz de öyle yaptık. Değişik fiyatlarda kanal turları var ve farklı dillerde rehberlik hizmeti de veriyorlar. Biz çok memnun kaldık, tavsiye ederiz. Kanal turu boyunca rehber bizlere önemli binaları gösterirken kısa bilgilerde veriyor. Küçük denizkızı heykelini de bu turda görme şansı bulduk.


Kanal turunda çektiğim köprü

Küçük Deniz Kızı
Kanal turundan sonra Stroget caddesinde bir yürüyüş daha yapıyoruz. Churos adlı tatlıyla burada tanışıyorum. Kökeni İspanyol olan bu tatlıyı çok seviyorum. Bir de sokak satıcısından sıcak şeker kaplı badem alıyoruz. Onun tadını da beğeniyorum.
Şimdi ise arabayla kısa bir yolculuktan sonra Christiania’ya geldik. Bilenler bilir, bir ufak araştırma ile burası hakkında bilgiye ulaşabilirsiniz. Christiania ile Kopenhag arasındaki fark öyle bir büyük ki nasıl bir fark derseniz bu bölgede mimari, insanlar her şey farklı. İçeri de uyuşturucu kullanmak ve satışı yapmak yasal gibi. Ara sıra polis kontrolleri oluyormuş ama önceden haberleri olduğundan bir problem olmuyormuş. İçeride kafeler, barlar, hediyelik eşya satışı yapanlar ve yerleşik hayat süren insanların evleri var. Sanki bir festival, konser alanı gibi düzenlenmiş bir bölge ancak yılın her zamanı böyleymiş. İçeride fotoğraf yasak hatta telefon ile arama bile yapmak yasak galiba çünkü telefonu cebimden çıkardığını gören bir görevli bizi sertçe uyarıyor. Kendilerine özel biraları var. Organik olduğu şişenin üzerinde yazıyor. Bölgede bir göl var etrafında yürüyüş yapabilirsiniz. Turistlerin çok ilgi gösterdikleri yer sakin ve yavaş bir şekilde saatlerce gezilebilir.
Şimdi ise Bakken [1] adındaki dünyanın en eski eğlence parkı kabul edilen eğlence parkına gidiyoruz. Burada giriş ücreti yok. Kopemhag’ın biraz dışında Klampenborg bölgesine yakın bu eğlence parkında çeşitli oyunlar ve yemek alanları bulabilirsiniz. Aynı zamanda bu bölgede büyük bir orman var. Bu ormanda geyikleri görme şansınız da var. Dünyanın ilk ağaçtan yapılma roller-coasterına binebilirsiniz.
İkinci günümüzde bir başka şehir olan Helsingor’a gidiyoruz. Yol üstünde Fredensborg sarayı dışarıdan görüyoruz. Nöbet değişimine denk geldiğimizden askerlerinin ritüelini ve kıyafetlerini de görme şansını yakaladık.
Nöbet değişimi olsa gerek


Helsingor da Danimarka’nın büyük şehirlerinden. Nüfusu yaklaşık olarak 60.000 kişi. Burada da gezilecek yerler var. En önemlisi de Shakespeare’nin eserlerinden Hamlet’in geçtiği yer olan Kronborg Kalesi. Helsingordan İsveç’in Helsingborg şehrine vapur seferleri oluyor. Mesafe çok yakın 20 dakika kadar sürüyormuş. Biz geçemedik, buraya kadar gelmişken İsveç’te bir şehir görmek isteyenler bu geziyi de yapabilir.
Para-Ekonomi
Kopenhag, Avrupa birliği ülkesi olmasına rağmen Euro değil, Kron kullanılmakta. Bizim gezimiz esnasında 1 Euro=7,45 krona tekabül ediyordu. Fiyatlar bilindiği gibi aşırı yüksek. Zaten gezilerimden anladığım kadarıyla Avrupa’da kuzeye çıktıkça fiyatlar yükseliyor. Örnek açısından bir dürüm 35 kron yaklaşık olarak 5 Euro, 1 sigara 40-45 kron gerisini siz hesaplayın. [2]
Ancak ücretlerde buna bağlı olarak yüksek. Genel olarak halkın refah seviyesi de yüksek. Fakir insan yok gibi.

Hava durumu
Danimarka bol yağış alan ve her daim rüzgârlı belki bir ülke. Muhtemelen yazın en güzel zamanlarını yaşıyordum ama bizim tarih seçimimizde gayet başarılıydı. Vardığımız gece hafif yağış vardı. Ertesi gün parçalı bulutlu bir havada güneş çıksa da ısınsak diyorduk. İkinci gün güneşlenmeye çok müsait bir hava vardı. Yalnız güneş gitti mi, gölge ya da gece olduğunda ciddi soğuk oluyordu. Dönüş günümüzde ise Klasik Kopenhag havası yağışlı ve kapalı bir gökyüzü bizi uğurladı.

Ulaşım
Biz araç kullandığımız için toplu taşıma hiç kullanmadık. Gitmeden evvel yaptığım araştırmalardan öğrendiğim havaalanından şehir merkezine direkt tren var ve çok kısa sürede ulaşabiliyorsunuz. Yine son gün havaalanında gördüğüm gibi ücretsiz otobüs servisleri de var.
Özetle Bir gezginseniz yolunuz mutlaka Kopenhag’a düşecektir. Kopenhag, temiz sokakları, bisiklet kültürü, değişik mimari ile inşa edilmiş devlet binaları, evlerin çatılarının şekli, refah ve sosyal devlet anlayışının halka ve sokaklara yansıması, Michelin yıldızlı restoranları ve görülmeye değer bir şehir.




Nyhavn başka açıdan




[1] http://www.bakken.dk/english/bakken-the-worlds-oldest-amusement-park
[2] http://www.numbeo.com/cost-of-living/compare_cities.jsp?country1=Turkey&country2=Denmark&city1=Istanbul&city2=Copenhagen